Oturduğum yüksek tavanlı odanın önünde sivil kıyafetleri ile bir kadın bir de erkek asker bekliyor. Dışarıya çıkmak istediğimiz zaman mesela tuvalet ihtiyacımız gelirse bize kibarca eşlik ediyorlar. Ara sıra kapının önünden generallerin geçtiğini görüyorum. Denizci karacı havacı… Çoğu kilolu, kimi yaşlı, kimi yıllar önce spor yapmayı bırakmış gibi bir o yana bir bu yana yürüyorlar. Hepsinin omuzunda o kadar çok yıldız var ki bu üniformaları ile sanki yan odada ülkelerini işgal etme ihtimali bulunana ABD’ye direnişi konuşan askerleri değil de düşük bütçeli bir savaş filminin oyuncularını andırıyorlar.
Yaklaşık 3 saatlik bekleyişimizden sonra mihmandarımız kafasını odadan içeri uzatıp beni Miraflores Sarayı’nın en büyük odasına davet ediyor. Burada da yarım saat bekliyorum. Etrafımda kameramanlar, ışıkçılar sesçiler, çevirmen telaşlı telaşlı son hazırlıkları yapıyor. Sonunda salonun diğer tarafındaki kapı aralanıyor ve Nicolas Maduro içeri giriyor. Ben kendimi iri sanırdım Maduro nerede ise benim iki katım. Elinde mihmandarlarının benim hakkımdaki bilgi notunun olduğu bir karton var. Daha önce yaptığım önemli ropörtajlar, takip ettiğim savaşlar nereli olduğum, medeni durumum gibi bilgiler yazılmış. Elindeki kartona şöyle bir bakıyor… ‘Ankaralı mısın’ diyor? Çevirmen ortamızda İspanyolca’dan İngilizce’ye çeviriyor. ‘Evet’ diyorum. ‘Ben Ankara’ya gittim, çok severim’ diyor. ‘Siz bir de benim büyüdüğüm Ankara’yı görseydiniz bay Maduro nerde o Ankara nerede bugünün Ankara’sı’ diyecek halim yok! Mecburen ‘ben de’ diye geçiştiriyorum. Koltuğa oturduğumuzda hala aramızda bir köprü inşa edemedik. Sesçi mikrofonunu takarken ‘Diriliş Ertuğrul ile ilgili İspanyolca bir iki cümle söylüyor. O sırada çevirmen yerine doğru yürüdüğü için ne dediğini anlamıyorum. ‘A elbette Türkiye’de de çok sevilir’ gibi bir şeyler geveliyorum…’ Yine köprülerin yerinde yeller esiyor. Yapacak bir şey yok.
Söyleşi başlıyor ‘Bizi burada ağırladığnız için teşekkürler ilk sorum şu olacak, nasılsınız?’ diyorum. Gülümsüyor. Bu tür göregin söyleşilere başlarken ortamı yumuşatmak için her zaman çalışan bir başlangıç sorusu ! Aramızda gözle görülmeyen bir köprü oluşuyor…
Başlıyoruz.
Dünyanın konuşacağı bir ropörtaj yaptığımızın farkındayım.
Maduro’nun karşısındaki koltuğa oturmam kolay olmadı. Film şeridini geriye sararsak mesleğe başladığım ilk yıllarda Mehmet Ali Birand mesleğin inceleğini öğretip, bana şahane bir kariyer verdi. Ben de o yıllarda köpek gibi çalışarak ona gençliğimi hediye ettim! İki taraf için de iyi bir anlaşmaydı. Sonrasında 19 yıl süren bir 5n1k ve habercilik macerasını eklemem gerekti. Afganistan, Irak, Libya, Lübnan gibi çeşitli savaş bölgelerinde bir kaç turz haber amaçlı ziyaret ettim. En önemlisi her türlü ayak oyununa rağmen medyada tutunmayı başarmak gibi daha kanlı ve zor bir mücadeleyi aştım. Nihayet Maduro söyleşisinden 5 gün önce New York’da yaşadığımız evde gece yarısı oğlum Mavi’yi uyutmayı başarmışken New York Times’ın internet sitesinde Venezuela ile ilgili bir haberi gördüm. Birkaç ay önce 5N1K ekibi Venezuela’ya gitmiş ve geniş kapsamlı 2 bölümlük bir belgesel hazırlamıştık, bu yüzden Guido isimli 35 yaşındaki bir genç politikacının kendini başkan ilan etmesi ve hala tutuklanmamış olması bu da yetmezmiş gibi başta ABD olmak üzere onlarca ülke tarafından başkan olarak kabul edilmesini anlatan haber tuhafıma gitti. Belki başka ülkelerde normal karşılanabilir ama bu bizim bildiğimiz Venezüela’da olmayacak bir şeydi. Bu gibi durumlarda eğer 6,5 milyon kişinin takip ettiği bir twitter hesabınız varsa ve içinizde sönmek bilmeyen bir habercilik ateşi harlanıyorsa genelde benim yaptığım gibi gayri ihtiyari ‘Venezuela’da beni takip eden Türk var mı?’ diye yazarken buluyorsunuz. Ve yarım saat geçmeden Venezuela’da yaşayan 30 Türkten 6’sı size ulaşıyor!
Bu tweetten yaklaşık bir saat sonra Venezuela büyükelçimiz Şevki Mütevellioğlu ile telefonda konuşuyorduk. İkimiz de böyle bir söyleşinin kesin olmasa bile denenmesi gerektiğinde hem fikirdik. Ertesi akşam kendimi Miami üzerinden Venezuela’nın başkenti Karakas’a giden uçağın içinde buldum. Karakas’ın girişindeki gecekondular yani Bario’lar ne yazık ki bizim Mamak’dakilerle kıyaslandığında pek de şirin mi şirin gözükmüyorlar. Tam tersi nerede ise birbirleri ile bitişik , sıvasız, kırmızı tuğlalı binaları ile daha çok Hindistan’ın bir mahallesine gelmişsiniz hissini uyandırıyorlar. Bu mahalleler sosyalist lider Maduro’nun oy depoları olduğunu öğrenmek kimse gibi beni de şaşırtmıyor. Karakas’daki diğer binalar ise bir zamanlar varlıklı bir ailenin elinde avucunda ne varsa hepsini kumarda kaybedip, baba yadigarı köşkün içinde meteliğe kurşun atarak yaşama tutunma mücadelesini hatırlatıyor. Karakas’ın ihmal edilmişliğinden payına düşeni yüksek duvarlar arkasındaki Büyükelçiliğimiz de almış. İki katlı mütevazi elçilik binasında iki pırıl pırıl ismi Burak Öztepe, Hüseyin Özen ve Büyükelçimiz Şevki Mütevellioğlu ile tanışıyorum. Daha koltuğa oturur oturmaz Guaido’nun açıklama yaptığı haberi geliyor. Yayını telefondan açıyoruz bir Venezuelalı tercüman çeviriyor. Aynı anda Maduro’nun da saraydan yaptığı açıklama başlıyor. İnternet çekmiyor, görüntü donuyor mecburen bir alt kata iniyoruz. Korumaların bulunduğu oda en güçlü internetin çektiği oda.
Guaido pek de kalabalık olmayan bir meydanda Maduro’ya saydırıyor. Maduro’da generallerle dolu bir salonda Guadio’yla kafa buluyor. Her ikisi de elçiliğe yakın hangisine gitsem diye düşünüyorum.
Maduro’nun saraydaki basın toplantısına girip giremeyeceğimizi konuşuyoruz. Gazeteciliğin ilk dersi kafamın içinde yankılanıyor. ‘denemeden vazgeçme’ Apar topar saraya doğru yola çıkıyorum. Elçilikten Jeanneizy Garcia’da yanımızda. Bu sırada basın danışmanını, yardımcısını, yardımcısının yardımcısını arıyoruz. Olağanüstü güvenlik önlemleri alınan bir saraya normal şartlarda girmem imkansız. Bilmem bunda geçtiğimiz aylarda Kapalıçarşı’da Maduro’yu ağırlayan Nusret’in de etkisi var mı ama Türkiye’nin Venezuela’daki gücünü ve bir Büyükelçi’nin bir ülkede ilişkilerde nasıl etkin olabileceğini ilk kez o zaman fark ediyorum. Birazdan kendimi basın toplantısının yapıldığı odada buluyorum. Solda 4 sıraya generaller oturmuş. Sağda ise 4 sırada gazeteciler var. Sahnede Maduro bir masaya oturmuş 1,5 saattir konuşuyor! İkinci sıradan bir gazeteciye rica edilip yerinden kaldırılıyor. Yaklaşık 3 saat sürecek toplantının ortasında yerime oturuyorum. Maduro, ara sıra gazetecilere zaman zaman da generallere bakarak konuşuyor. Kameralar bizim dinleme detaylarımızı canlı yayında Venezuela ve muhtemelen tüm dünyaya yayınlıyor. Çok şanslıyım, yalnız küçük bir problem var; İspanyolca bilmiyorum ve çeviri de yok!
1,5 saat hiçbir şey anlamadan Maduro’yu dinliyorum. Bu arada ciddiyetten taviz vermiyorum. Önümüzdeki dev bir ekranda görüntümü zaman zaman Venezuela TV’sinde görüyorum. Nihayet basın toplantısı bitiyor. Enformasyon Bakanı’nın yanına gidiyorum. Sempatik güler yüzlü bir adam elimi sıkıyor. ‘Sizi bekliyorduk , söyleşiyi yarın yapacağız’ diyor.
‘Tamam’ deyip çıkıyorum. Hedefim Guaido’yu denemek. Belki yakalarım… Yola çıktıktan 5 dakika sonra haber geliyor. Maduro söyleşiyi şimdi yapmaya karar vermiş.
Saraya uçarak dönüyoruz!
Koloniyel mimarinin güzel bir örneği olan devlet sarayı bizim eski Çankaya Köşkü’nü andırıyor. Ben bir odada beklemeye başlarken biraz ötede büyük bir salonda ropörtaj için set kuruluyor. Çekimi onlar yapmak istiyorlar. Canları sağolsun. Uzun bir bekleme süreci başlıyor. Bir saat, iki saat üç saat, dört saat… Kapının önünde generaller bir oraya bir buraya gidiyorlar. Sonunda söyleşinin başlayacağı haberi geliyor. Kulaklığım takılıyor, mikrofonda ses kontrolü yapıyoruz. Etrafımda herkes söyleşinin olacağından emin, mutlu gözüküyor. Bir makyözün Maduro’nun son makyajını yapmak için odasına geçtiğini de görüyoruz. İçimde habercilerin yaşadığı sessiz bir mutluluk çığlık var ama bir yandan da ‘ya olmazsa’ şüphesi içimi kemiriyor. Nihayet kapı aralanıyor veeee Enformasyon Bakanı bana doğru geliyor. Gülümseyen sakin yüzüyle elimi sıkıyor ve ‘Ne yazık ki bugün yapamayacağız’ diyor! ‘Başkan Maduro generallerle toplantıda durumun önemini anlıyorsunuz değil mi?’ diye soruyor. Anlayışlı ve sevecen bir ifade ile ‘Elbette’ diyorum. ‘Yarın 15:00’de yapalım’ diyor. ‘Tamam’ diyorum. ‘Benim için problem yok!’ Yıkılıyorum.
Demirel ‘Türkiye’de siyaset için 24 saat çok uzun bir zaman’ derdi bir de Venezuela versiyonunu düşünün. İki meclis, iki başkan ilan edilen ve ABD’nin masada her türlü olasılık mevcut dediği bir ülkeden bahsediyoruz. Ertesi gün Maduro aynı sarayda olur mu? Bunu bile kimse bilmiyor! Hayatımın en berbat 24 saati başlıyor. Bir söyleşinin olmaması değil bu kadar ucuna gelip olmaması bir gazeteci için bir tür Venezuela işkencesi olmalı!
Akşam saatlerinde ‘Eylem var mı hadi bir bakalım’ diyerek Karakas sokaklarını turluyoruz. Şehrin üzerinde bir tedirginlik pelerini örtülmüş gibi. Sokaklar boş, binalarda floresan benzeri cılız beyaz lambalar yanıyor. Eğlence yerleri boş. Yemek için Las Mercedes meydanında şehrin en havalı lokantalarından biri olan Coco Thai isimli Sushiciye gidiyoruz! Bir kaç masa dolu. ‘aa bugün bayağı boş’ denildiğini duyuyorum. En son iç savaş başladığında Suriye4nin başkanti Şam’da sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi yapan bir samba partisine gittiğimde yaşadığım şaşkınlık için için beni yokluyor. Masamıza Venezuela’da yaşayan 30 Türk’ten 8’i oturuyor. Bir anlamda Venezuela tarihine giriş 101 derisini alıyorum. Saatlerce süren bir sohbetten çıkarttığım Venezuela kuruluşundan bu yana bir türlü ne olduğuna karar verememenin sancısını yaşıyor. Bugün paraların üzerinde resmi olan ve Venezuela’yı ilk bağımsızlığa kavuşturan Simon Bolivar’dan, ülkeye sosyalizmi getirme iddiası ile 1998’de iktidara gelen Chavez’e kadar hep bir deneme yanılma durumu hakim. Sosyalizm testini 300 milyar varil petrol rezervinin üzerinde oturan bir ülkede varil başı 140 dolarken başlayıp bugün 50 dolar civarında test eden Maduro ise kuşkusuz konjoktürel olarak en talihsiz isim. Siyasi Kararsızlığın ikiz kardeşi ekonomik istikrarsızlık Venezuela’yı kasıp kavuruyor. Bu yüzden ülkenin ordusu her zaman son sözü silahla söyleyen bir otoriteye dönüşmüş. Venezuela ekonomisinin kaymağını da ordu yiyor. Generallerin elini atmadığı sektör kalmamış gibi…
Özellikle Chavez ile başlayan Venezuela’nın direksiyonunu sola kırma operasyonunun perde arkasında ise Türkiye’den görünmeyen bir başrol oyuncusu var; Küba! Bunu ancak Karakas’a gittiğiniz zaman hissediyorsunuz. Chavez ile geçen yıllarda İstihbarattan, Ordunun üst yönetimine kadar Küba kendi rejiminin tecrübelerini Venezuela’ya ihraç etmiş. Amerika’nın Maduro alerjisinin arkasında biraz da bu yatıyor.
Karakas’da gece sakin ama istersek bir gece kulübüne geçebiliriz; ama benim canım öylesine sıkkın ki o yüzden EuroBuilding adında genelde yabancıların kaldığı otelime gidiyorum. Otele girerken şaşırıyorum zira herkes grand tuvalet bir havada. Meğerse düğün varmış. Otelin yanında bizim sonradan görme zengin düğünlerini aratmayan bir çadır kurulmuş, alt katta açık büfe… Müzik gece yarısı başlıyor günün ilk ışıklarına kadar devam ediyor!
Sabah rehberim Yusuf Can ile Karakas turuna çıkıyoruz. Söyleşiyi yapana kadar zamanımızı iyi değerlendirme amacındayız. Can Venezuela’da 7 yıldır yaşıyor mesleği ‘ne iş olsa yaparım abi’. İnşaattan resmi ya da gazeteci rehberliğine kadar elinden gelmeyen iş de yok gibi. Doğuştan fırlama! Bir büfede durup çikolata alıyor. ‘Ne yapacağız bunu?’ diyorum ‘Bir depo benzin alacağız’ diyor. Gülüyorum!
ABD elçiliğinin etrafında turluyoruz. Maduro elçilik çalışanlarına ülkeden çıkmaları için 72 saat vermişti, süresi birazdan dolacak ama elçilik etrafında bir hareket yok. Gecekondu mahallelerine gidiyoruz. ‘İçeri girmeyelim tehlikeli’ diyor. ‘Aslında sokak eylemlerine düne kadar orta ve üst sınıfa mensup insanlar katılıyordu ilk kez bu eylemlerde bu mahaller sokağa çıktı, operasyon var içeride’ diyor. Bu arada sokakta defalarca telefonla konuşmam için beni uyarıyor. Şehrin içinde etrafı çevrili zengin mahallerine gidiyoruz.Golf kulüpleri ve sahaları var elbette dikenli teller, yüksek duvarlarla çevrilmiş.
Bazı sokaklar özel güvenlikçiler tarafından kapatılmış onlardan birindeki kakao fabrikasını gidip sıcak çukulata içiyoruz. Hayatımda içtiğim en güzel tatlı ‘şey’ olmalı.1 doların (şimdilik) 1800 bolivar, asgari ücretin 25.000 bolivar (13 dolar) olduğu bir ülkede 30.000 bolivar’a çikolata dolu raflara hayretle bakıyorum. Ahmet Kaya hayatta olsa ‘Bu ne çıldırtan denge’ şarkısını söylemekten kendini kalmazdı herhalde.
Karakas’ı dört dönüyoruz. Yine Guaido’nun eylemi var 10’da başlayacak denilen eyleme saat 10’da sadece 10 kişi gelmiş. Meydan 2-3 saate doluyor. Doluyor derken 500-600 kişi. Guadio normalde saklanıyor. Meydana korumalarla kısa bir süreliğine geliyor konuşmasını yapıyor ve pırrr!
Can, sürekli hayretler içinde Guaido’nun Venezuela’da tutuklanmamasının mucize olduğunu söylüyor. Derken bir benzincide duruyoruz. Can, camı açıp yaşlı pompacıya elindeki çikolata barını gösterip ödemeyi bununla yapıp yapamayacağını soruyor. Adam ‘Elbette’ diyor. Tercüme ettiğinde şaşırıyorum; ama hala ihtimal vermiyorum. 54 litre benzin alıyoruz. Can, camı açıp elindeki çikolata barını adama uzatıyor. Adam alıyor. Teşekkür ediyor. Hadi bize eyvallah! Benzinlikten çıkıyoruz. Ben böyle bir alışverişe inanamıyorken Can aslında iki katını alabileceğimizi söyleyip yakınıyor. Önce şen bir kahkaha patlatıyorum. Sonra bir hüzün çöküyor omuzlarıma… Petrol bedava, elektrik (eğer bakır kablolar hurdacıya satmak için) çalınmamışsa bedava, su (eğer akıyorsa ve evde filtre varsa) bedava… Böyle bir ülkedeyiz!
Varlık içinde yokluğun hüküm sürdüğü, böylesine bir zenginliğin yönetilemediği, organize edilemediği enflasyonunun yüzde milyonlarda gezindiği bir ülkede…
Maduro’nun sarayına 24 saat sonra yeniden geldiğimizde kelimenin gerçek anlamı ile kafamda deli sorular var. Yine aynı salon alınıyoruz yine beklemeye başlıyoruz.. Bir saat., iki saat , üç saat…Derken yine büyük salona çağrılma, yine aynı kulaklıklar takıyoruz, yine testler yapılıyor. Benim içimde yine aynı ‘ya olmazsa’ şüphesi.. Nihayet kapı açılıyor ve Enformasyon bakanı çıkıyor. Arkasından Maduro salona giriyor…
Söyleşi sırasında o gün BM’de yapılan Venezuela oturumunda ABD Dışişleri bakanı Pompeo’nun yaptığı konuşmadan başlayıp, Maduro hakkında attığı bir tweete lafı getiriyorum. Bu Tweette Maduro’nun Küba ve İranlı liderlerle fotoğrafı var. ‘Diktatörler değişse de yöntemler değişmez demiş sizin için ne diyorsunuz?’ diye soruyorum. Kızgın; ama kendine güvenli bir şekilde tak tak cevaplıyor. Cevaplar bittiği anda bir sonraki soruya geçecekken arkadan ‘bitti’ denilen bir ses duyuluyor. Sempatik enformasyon müdürü bir hışım söyleşi setinin ortasına bize doğru yürüyor. Sorduğum sorudan rahatsız olduğu kesin! Şaşırıyorum henüz 4. sorumdayım. Bu hışımdan Maduro da şaşkın. ‘Soruların bitmedi mi?’ diye soruyor. ‘Bitmedi’ diyorum şaşkınlıkla.. Maduro’nun da şaşkınlığını görünce Müdür efendi ‘O zaman iki soru daha sorun’ diyor. Maduro lafa giriyor ‘3 soru sorsun’ diyor. Pazarlık bittiğinde Maduro ‘çok iyi sorular ama’ diyor.. Sonra sempatik bir şekilde geri sayımı yapıp ‘acsiyon’ diyor. Söyleşiye yeniden başlıyoruz.
Söyleşi bittiğinde yüzler gülüyor. İki eski dost gibi el sıkışıyoruz.
Çıkışta söyleşi kaydını hemen veremeyeceklerini aktarmanın zaman alacağını söylüyorlar. Beni yeniden bir korku alıyor. O an hayatımdan bir 5 yıl daha gidiyor. Neden kaydı kendilerinin yapmak istediği bir kez daha bende dank ediyor. 2 saat daha bekliyoruz. Nihayet söyleşiyi kaydettiğimiz hafıza kartı geliyor. Venezuela’da internet o kadar yavaş ki saatlerce söyleşiyi geçmeye çalışıyorum olmuyor. Saat farkından dolayı bütün ekip İstanbul’da gece yarısı ofiste çalışıyor, onlara ses kaydını ayrı gönderiyorum deşifresi başlıyor görüntüyü cep telefonuma aktarıp telefon hattı üzerinden geçmeye çalışıyorum. O sırada telefonuma çevirmenimiz Jeanneizy Garcia’nın mesajı geliyor. ‘Maduro biraz önce CNN Türk röportajının 4 saat sonra Venezuela televizyonunda yayınlanacağını söylemiş’. İnanamıyorum. Bu sürede ne görüntüleri geçmemiz ne de bunların yayına hazırlanıp ekrana çıkması imkansız. Yeniden Şevki Mütevelioğlu’nu arıyorum. ‘Eğer böyle bir şey yaparlarsa biz etik olarak CNNTürk’te bu röportajı yayınlamayız’ diyorum. Ortalık karışıyor. Yeniden yolumuz enformasyon bakanına düşüyor (kurtulamıyoruz!) Uzun süren pazarlıklar sonrasında belki yakın Venezuela tarihinde ilk kez Maduro’nun söylediği bir şey, bir günlüğüne erteleniyor! Venezuela’da söyleşi ertesi gün yayınlanacak.
Görüntüler artık telefonumda ve ağır ağır gönderiliyor. Ben seslendirmeleri yapıyorum dublaj olacak seslerimi ayrı bir hattan yolluyorum. CNN merkezi ATLANTA’da Hande Atay ile iletişime geçiyorum. Hikayeyi anlatıyorum. ‘hemen sesleri yolla deşifre edelim’ diyor. İspanyolca-İngilizce çevirisine başlatıyor. Gece yarısına doğru her şey biraz daha kontrol altındayken Venezuela’da yaşayan 30 Türkten ikisi ile birlikte Karakas’ın lüks semtlerinden birine gidiyoruz. Evde 3 çift var. Beyaz Venezuelalılar!
Hepsi koyu Guaido taraftarı. Retro döşenmiş beyaz boyalı oldukça havalı bir evdeyiz. Orta yaşlı çiftler uluslararası ticaret yapıyor. Maduro’nun ülkeyi mahvettiğinden yakınıyorlar. Aralarından bir tanesi ilk kez Maduro karşıtı eylemlere katıldığında kaçırılmış. Heyecanla detaylarını anlatıyor. Onlar Maduro’dan şikayet ederken ben sürekli elimdeki telefonunu ekranını açık tutmaya çalışıyorum. Maduro söyleşisi ağır ağır Türkiye’ye geçiyor. O sırada Guaido söyleşisini nasıl yapacağımızın pazarlığını yapıyoruz. Yardımcı olacaklar. Çaktırmadan baktığım telefonumda Maduro söyleşisinin görüntülerinin tamamının geçtiğini görüyorum.
Omuzlarımdan tonlarca ağırlığında bir yük kalkıyor. Uçuyorum.
Otele gittiğimde uyumadan önce ekip arkadaşlarıma son bir not atıyorum ‘Maduro’nun söyleşi sırasında ‘İnşallah’ dediği bölümü televizyonda net duyalım lütfen!’
New York’ta o haberi okuduktan tam 5 gün sonra Karakas’da ilk kez huzurla gözlerimi kapatıyorum.