Dünyayı etkisi altına alan pandeminin yarattığı bir sosyo-ekonomik bunalım tünelinin içindeyiz. Tutunun, yolculuk uzun sürecek! Tünelin sonundaki ışığa yalnızca zamanın yaraları sarmasını bekleyerek ulaşmak mümkün gözükmüyor; bunun için liderlerin bir çözüm yaratması gerek.
ÖZGÜRLÜK HEYKELİ’NİN BİR ELİNDE SAĞLIK ÇALIŞANLARI DİĞERİNDE 40.7 MİLYON İŞSİZ AMERİKALI VAR
Özgürlük Heykeli’nin bir elinde hastanelerdeki yoğunluk ve kişisel ekipman sıkıntısı yüzünden çalışmakta zorlanan sağlık çalışanları… Diğer elindeyse Mart ayından beri işsizlik yardımına başvuran ve iflas korkusuyla günlerini geçiren 40.7 milyon Amerikalı. Avrupa ve dünyanın geri kalanı ise dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi ABD’nin başına gelenleri bir korku filmini izler gibi takip ediyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya için örnek bir ülke konumuna gelen ABD artık bir başka konuda dünyaya liderlik ediyor. 27 Mayıs itibarıyla ABD’de 1 milyon 692 bin 786 onaylanmış vaka ve 100 bin ölüm var. Trump her ne kadar vaka sayısının yüksekliğini yapılan test sayısının çokluğuna bağlasa da işin aslı çok farklı.
ABD’nin şımarık çocuğu Trump işin dalgasını bırakıp pandeminin bir uydurma veya siyasi oyun olmadığını anlamıştı. Virüs bir anda buharlaşıp yok olmayacaktı. Nitekim dünyaya liderlik etmesi beklenen ABD lideri Trump, önlem almak için kullanacağı ve belki de ülkenin bugünkü ağır bilançosuna ulaşmamasını sağlayacak o değerli vakti boş laflarıyla tüketmişti. Ve bu kez kaybedilecek olan siyasi bir polemik değil, yaşamlardı.
YENİ AMERİKAN RÜYASI; ONAYLANMAYAN İLAÇLAR, TAKILMAYAN MASKELER VE DESTEKLENEN SİLAHLI PROTESTOLAR
Trump ofise geldiği ilk günden bu yana “Make America Great Again” diyerek Amerika’yı ön planda tuttu fakat Amerikalıları unuttu. Çoğu Amerikalı içi boş laflardan, tutulmayan sözlerden ve birlik olunamamasından bıktı. Trump henüz ülkenin önde gelen bilim insanlarıyla ve eyalet yöneticileriyle birlik olamazken bunun gerçekleşmesini beklemek oldukça ütopik, değil mi? ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Dr. Anthony Fauci’nin başını çektiği Koronavirüs Görev Gücü’nün yetkisini kıskanan ve türlü oyunla Fauci’nin günlük olarak halkı bilgilendirmesini engellemeye çalışan da Trump değil mi? Ya da “Ülkede muhtemelen ölü sayısı açıklanandan fazla” deyip sessiz bir çığlık atan Fauci’nin DSÖ dahil kimsenin onaylamadığı bir ilacı günlük olarak kullandığını söyleyen Trump’ı onaylayan bir hali mi var? Keza pandeminin merkezi New York’u açmamak için direnen, yeterli ventilatör ve yoğun bakım yatağı için deyim yerindeyse kavga eden, yine de istekleri “gereksiz” bulunan iki isim New York Valisi Andrew Cuomo ve Belediye Başkanı Bill de Blasio değiller mi?
Hatırlayacak olursanız Mayıs ayı başlarında Michigan’da kısıtlamaların kaldırılmasını isteyen silahlı bir grup eyalet meclis binasını basmıştı. Trump ise eli silahlı grubu “kızgın iyi insanlar” olarak nitelendirip Twitter’dan “MICHIGAN’I ÖZGÜR BIRAKIN!” naraları atmıştı.
Dünya Sağlık Örgütü ve dünyanın en prestijli tıp dergilerinden Lancet’in kullanımını kati suretle onaylamadığı sıtma ilacı Hidroksiklorokin’i günlük olarak kullanan da Trump’ın ta kendisiydi. Sansasyonel Başkan bu ilacı kullanmakla da kalmayıp halka sayısız kez önerdi.
Henüz geçtiğimiz günlerde yine Michigan’da bulunan Ford fabrikasına giderken maske takan Başkan imajını zedeleyeceğini düşündüğünden olsa gerek “kameralar önünde maske takmayacağım” diyerek basın mensuplarına maskesiz söyleşi vermişti. Onu örnek alan yüzlerce kişi “Trump bile maske takmıyor, ben neden takayım?” diyerek plajlar, parklar açılır açılmaz sosyal mesafesiz sosyalleşmenin tadını çıkardı.
OVAL OFİS HAYALETİ VE PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI İLİŞKİLER
Oval Ofis’e adımını attığı andan itibaren ne yapsa kurtulamadığı Obama gölgesi de Trump’ın bugünlerdeki yeni oyuncağı. “OBAMAGATE” yukarı, “OBAMAGATE” aşağı; Trump’ın uyanıp sanal silahı tweetlerine sarıldığı an aklına gelen ilk kelime bu oluyor. Obama geçtiğimiz günlerde katıldığı bir mezuniyette hem isim vermeden Trump’ı eleştirdi hem de bir süredir sözlükten silinen gelecek umudunu insanlara aşıladı, onları sakinleştirdi. Aslına bakarsanız “baktın olmuyor hedef şaşırt” stratejisi Trump’ın başı sıkıştığında sık sık kullandığı bir yöntem. Hatırlayacak olursanız oklar kendine çevrilmeden birkaç gün öncesine kadar Trump’ın yeni en yakın dostu Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’di. Jinping’e methiyeler düzen, ona çok saygı duyduğunu her fırsatta dile getiren Trump her ne olduysa Çin’e karşı bir soğuk savaş başlattı. Çin’in dünyadan gerçekleri sakladığını söylemekle kalmadı; virüsün de Çin’de bir laboratuvarda üretildiğini söyledi. Lakapseverliğiyle ünlü Başkan elbette Covid-19’u es geçmedi; “Çin virüsü” kavramını dilimize kazandırdı.
Bir ticaret adamı olan ve ziyaret ettiği her ülkede bir şeyler satmayı huy edinen Trump’ın en büyük kozu elbette para olacaktı. Çin yandaşı olmakla suçladığı Dünya Sağlık Örgütü’nü bir çocuk yerine koyarak deyim yerindeyse “harçlığını” kesmekle tehdit etti. Koronavirüsle savaşı bir ticari savaş olarak okudu.
Kasım ayında gerçekleşecek seçimler için günlük olarak düzenlenen basın toplantılarını bir kampanya aracı olarak kullandı. Halka gönderdiği çeklerdeki imza da bizzat Trump’a aitti; yani halka devlet değil “Trumpland” yardım ediyordu.
KAYBEDİLEN ÖZGÜRLÜKLERİN ÜLKESİ ABD’DE PARA KAYBEDİLEN HAYATLARDAN AĞIR BASTI
1930’lardan bu yana görülen en derin ekonomik kriz Trump’ın insan canını hiçe sayarak pandeminin merkezi olan bir ülkeyi açmak için yola koyulmasını sağladı. Amerika’yı tekrar mükemmelleştirecek olan Trump ekonomiyi batıramazdı! Ardı ardına açıkladığı kurtarma paketleri yetmiyor, bu paranın eşit bir şekilde -gerçekten ihtiyacı olanlara- dağıtılmadığı söyleniyordu. Bunu söyleyenler haksız da değillerdi, Trump gibi büyük balıklar daha çok yem yerken küçük balık olan vatandaş yiyecek yem bulamamaya başladı. Akvaryum büyük balıkların hüküm sürdüğü, diğer balıklarınsa gitgide yok olmaya başladığı bir yerdi artık. Trump eyalet yöneticilerini tehdit kelimesini kullanmadan tehdit ederek eyaletleri birer birer açtırmaya başladı. Gün sonunda, “kaybedilen özgürlüklerin ülkesi” ABD’de para, kaybedilen hayatlardan daha ağır basmıştı. Amerikan rüyası ise etkisinden uzun yıllar çıkılması mümkün olmayan bir kabusa dönüşmeye başlamıştı.
KARTLAR YENİDEN KARILDI, PANDEMİ KENDİ LİDERLERİNİ YARATTI
Bu pandemi belki de yüz yıldır diğer ülkelerin ABD’nin liderliğine ve birleştirici gücüne ihtiyaç duymadığı sayılı olaydan biri olarak tarihteki yerini aldı. Belki de tam tersine dünya ihtiyaç duyduğu halde ABD’yi bulamıyor, bu yüzden de uluslararası işbirliği sağlanamıyor demek daha doğru olur. Fakat tarihin bize gösterdiği şey; gerçek liderlerin karanlık zamanlarda parladığı. Bu dönem kendi liderlerini yarattı. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern aldığı erken önlemler sayesinde yayılımın önünü kesti; vatandaşını “Biz 5 milyon kişiden oluşan bir ekibiz” diyerek kucakladı ve gerçekleştirdiği canlı yayınlardaki şeffaflığıyla güven kazandı. Tehlikeyi küçümsemedi, bilimin gücüne inandı ve en önemlisi insan odaklı oldu. 27 Mayıs itibarıyla hastanelerde yatan hasta kalmadığını ve Covid-19’u yendiklerini açıkladı. Güney Kore test ve filyasyon stratejisiyle dünyaya örnek oldu. Almanya’da Merkel, Trump’ın “en iyisini ben bilirim” söyleminin aksine süreci bilim adamlarının yönetmesine izin verdi. Zaten tedbirli olan halkı durum iyiye gitse de tedbiri bırakmamak için çokça kez uyardı.
Fiziksel, mental ve ekonomik anlamda incinmiş olan Amerikalılar dünyanın geri kalanı gibi en çok bu gibi kriz zamanlarında bir lidere ihtiyaç duyuyorlar. Dolayısıyla şu günlerde kendilerini terk edilmiş ve yalnız hissediyorlar. Avrupa’ysa ABD’ye sırtını çoktan döndü, onu artık bir lider olarak görmüyor.
Yazı: Alexandra Arzat
Elinize sağlık güzel bir yazı olmuş
Ben şu kanaatteyim, eğer Trump yerine Obama gibi kucaklayıcı bir lider olsaydı dahi şu süreçte yaşanan olayların önüne geçilemezdi. Zaten Amerikan halkının yarısı Trump’ı seçildiği günden beri meşru bir lider olarak görmüyor, neredeyse yarısı da aynı şeyi Obama için yapıyordu. Özellikle ekonomik boyutta yaşanan süreç, ABD’nin DSÖ den çıkması, Trump’ın ve bir çok Amerikan kurumunun yavaş yavaş uluslararası kurumlardan ellerini çekmesi aslında artık doğal bir süreç gibi işleyen başka bir gerçeği gösteriyor. Soğuk savaş döneminde dünya bipolardı, şimdi multipolar ama bu multipolarlık da ABD’nin diğerlerinden +1 olduğu bir ortamdaydı. Yeni düzen de (ki bu dediğim gibi doğal oluşan bir süreç) artık gene bu bipolar düzen devam edecek, ancak ABD yerine Çin bu +1 yeleğini giyecek. Şu an benim en çok merak ettiğim konu, Çin’in pandemiyi bahane gösterip Hong Kong’u kendi içine katmaya çalışması, halbuki daha anlaşılan yıla gelinmesine çok var. Sırada Tayvan mı var? Peki Çin bu yeni düzen de ABD gibi kültürel anlamda etkileyici bir güç olabilecek mi? Bunlar üzerine de sizden bir çalışma beklerim :=)